29 Temmuz 2014 Salı

Adem EKMEN - Bir Şair Ölüyor


Bir Şair Ölüyor


Ben mutluluğa alışkın değildim.
Hüzünlü sözlerin şaiiriydim.
Nasıl oldu da alıştırdın beni mutluluğa

Hüzünlü sözler söylerdim
Gözlerinsiz
Ellerinsiz
ve Kokunsuz
İsyan ederdim her gece uyuyamadığım için
ve her sabah uyandığım için .
Ben hüzünlü sözlerin şaiiriydim.
Nasıl oldu da alıştırdın beni mutluluğa.

Hala şiirler yazıyorum .
Yazıyorum,  Sonra yırtıp atıyorum.
Mutluluğun dili yok sevgilim.
Sözlerim alışkın değil senli sözlere.
Seni anlatamıyorum kelimelerle .
Ellerini tutup gözlerine bakmanın mutluluğunu
Hangi şairin hangi süslü kelimeleri anlatabilir ki ?
Ben hüzünlü sözlerin şaiiriydim.
Nasıl oldu da alıştırdın beni mutluluğa.


Şairler ölüdür derler , inanmazdım.
Sen inandığım her şeyi unutturuyorsun sevgilim .
Şimdi bir şair ölüyor
ve bir insan yeniden doğuyor...
Ben hüzünlü sözlerin şaiiriydim.
Nasıl oldu da alıştırdın beni mutluluğa.

G.A’ya ithafen...
Adem Ekmen

Aşık Veysel Şatıroğlu Kimdir ? ( 1894 - 1973 )



          Aşık Veysel olarak bilinen Veysel Şatıroğlu Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde 25 Ekim 1894 yılında doğmuştur. Babası "Karaca Ahmet" olarak bilinir, annesi Gülizar Hanımdır. Geçimlerini çiftçilikle sağlıyorlardı. Aşık Veysel'in doğduğu zamanlarda Sivas'ta çiçek hastalığı salgını baş göstermişti. Bu hastalık yüzünden Aşık Veysel'den önce doğmuş olan iki kız kardeş vefat etmiştir.

         Aşık Veysel 7 yaşlarında iken Sivas'ta tekrar çiçek hastalığı salgını yaşanır ve Aşık Veysel bu hastalık yüzünden tek gözünü kaybeder. Diğer gözünü de vahim bir kaza sonucu kaybeden Aşık Veysel için babası diğer arkadaşlarıyla birlikte oynayamadığı için çok üzülüyordu. Bu yüzden Karaca Ahmet oğluna oyalanması için bağlama almıştır.Aşık Veysel bağlamayı ilk olarak babasının yakın arkadaşı Çamşıhılı Ali'den öğrenmiştir. Önceleri başka ozanların türkülerini çalan söyleyen Aşık Veysel, 40 yaşlarına doğru kendi eserlerini yazıp söylemeye başlamıştır. O yıllarda düzenlenen Aşıklar Bayramına Katılması ve Atatürk'e yaktığı ağıt Aşık Veysel'in namını artırmıştır.Aşık Veysel sadece kendi köyünde değil Türkiye'de de birçok yerde gezerek türkülerini söylemiştir.
   
        İki gözü de görmeyen Aşık Veysel'in anne ve babası bu duruma çok üzülüyor ve kardeşlerinin de Aşık Veysel'e bakamayacağını düşündüler. Bu sebeple Aşık Veysel'i evlendirmek isterler ve Aşık Veysel'i akrabaların kızı olan Esma Hanım ile evlendirirler.İlk doğan erkek çocuğunu kaybeden büyük ozan, daha sonra da anne ve babasını kaybederek yaşamla arası iyice bozuldu.

      Bir gün Aşık Veysel ve eşi Esma Hanım uyumak için yatağa girerler . Esma Hanım, Aşık Veysel uyuduktan sonra onu bırakıp başka biriyle kaçar. Koşarak köyden uzaklaşırken ayağına bir şeyin vurduğunu fark eden Esma Hanım pabucunu çıkarır ve bir tomar para ile karşılaşır. Aşık Veysel'in tüm parası oradadır.Aşık Veysel karısının kaçacağını önceden anlamış ve bende hakkı vardır yemek yaptı , sırtımı keselerdi, bana baktı, gittiği yerde kendini ezdirmesin diyerek bu parayı Esma Hanımın pabucunun içine koymuştur.

     Eşinin de bırakmasıyla Aşık Veysel 2 aylık kız çocuğuyla bir başına kalmıştır. Daha sonra bu kız çocuğu da ölmüştür. Aşık Veysel yaşadığı bu ızdırap dolu hayatı türkülere sarılarak bir nebzede olsa acılarını dindirmiştir.

    Eşinin gitmesi  ve çocuklarının ölmesinden sonra Aşık Veysel memleketi terk edip arkadaşları ile başka köye yerleşmişlerdir. Fakat orada da dolandırılıp bütün paralarını kaybetmişlerdir. Büyük ozan parasız pulsuz bir şekilde hayatını devam ettirir ta ki 1931 yılındaki Halk Şiirleri Bayramına kadar.  Halk Şiirleri Bayramı  ile Aşık Veysel'in hayatı bir anda maddi manevi güzelliklerle dolar . Gülizar adlı bir bayanla tanışır ve hayatlarını birleştirirler .

     Türkülerinde her türlü temayı işleyen Aşık Veysel 1941 - 1946 yılları arasında Köy Enstitülerinde bağlama ve halk türküleri dersleri de vermiştir.  1965 yılında TBMM'nin kararıyla maaş bağlanmıştır.

    Aşık Veysel hayatı boyunca neredeyse Türkiye'nin her yerindeki aşıklarla tanışmıştır. Ölümüne dek Aşık Veysel'i bir sürü aşık ziyaret etmiştir. Anadolu kültürünün temsilcisi, gözleri olmasa da gönül gözüyle gören  Aşık Veysel, öz Türkçeyi kullanışı , türkülerinin yalınlığı ile kendinden sonraki sanatçılara da büyük ekol olmuştur. Ayrıca doğaya olan sevgisiyle de bilinen Aşık Veysel, köyündeki ilk meyve ağacını yetiştiren ve bu yaptığı ile köylülere  örnek olarak yeni bir geçim kaynağı oluşturulmasını sağlamıştır.

    Anadolunun sesi, gönüllerin tercümanı, aşıkların babası olan Aşık Veysel 21 Mart  1973 yılında kansere yenik düşmüş ve hayatını yitirmiştir.




  Eserleri                    


Anlatamam derdimi    
Arasam seni gül ilen
Atatürk'e ağıt
Beni hor görme
Beş günlük Dünya
Bir kökte uzamış
Birlik destani
Çiçekler
Cümle âlem senindir
Derdimi dökersem derin dereye
Dost çevirmiş yüzünü benden
Dost yolunda 

         Dostlar beni hatırlasın
         Dün gece yar eşiğinde 
         Dünya'ya gelmemde maksat
         Esti bahar yeli
         Gel ey âşık
         Gonca gülün kokusuna 
         Gönül sana nasihatim
         Gözyaşı armağan
         Güzelliğin on para etmez
         Kahpe felek
         Kara toprak
         Kızılırmak seni seni 
  
        Küçük dünyam
        Murat
        Ne ötersin dertli dertli
        Necip
        Sazım
        Seherin vaktinde
        Sekizinci ayın yirmi ikisi
        Sen varsın
        Şu geniş Dünya'ya
        Uzun ince bir yoldayım
        Yaz gelsin
        Yıldız (Sivas ellerinde) 

27 Temmuz 2014 Pazar

Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye Öğütleri

“Ey Oğul!

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..

Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul!

Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.

Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...”